Prof Dr. Metin Ayışığı

Prof. Dr. Metin Ayışığı Kişisel Sayfası
E-Posta: historian_istanbul@hotmail.com
  • Ana Sayfa
  • Hakkımda
  • Dosyalar
  • Kitaplar
  • Yayınlar
  • Ders Notları
  • Galeri
  • Videolar
  • İletişim

Türkmen Meselesi ve Türkiye’nin Kuzey Irak Politikası-1

Posted on 11 Mart 2013 by admin in Dosyalar - No Comments

Bir Kerkük deyişi vardır : Kalamızı aldılar, balamızı çaldılar. Daha can çeker iken salamızı saldılar.
Abbasiler zamanından beri herşeyi ile Türk yurdu olan Musul, Kerkük ve Süleymaniye bölgesindeki kardeşlerimizin 200 senelik ağıdı işte böyle.

Birinci Dünya Savaşı devam ederken İngiltere ve Fransa, gizlice imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu’yu bölüşmüşler, Irak’ın İngiliz sömürgesi olması karara bağlamışlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya safında savaşa katılması, İngiltere ile Osmanlı’yı Ortadoğu’da karşı karşıya getirdi. İngiliz saldırısı ile açılan Irak Cephesi’nde, Hindistan’dan gönderilen İngiliz kuvvetleri Basra’ya çıkarak kısa zamanda Bağdat’a kadar ilerlediler. Ancak Osmanlı Orduları İngiliz ilerleyişini durdurdu ve Irak Cephesi’nde önemli başarılar elde etti.

Osmanlı orduları, Irak cephesindeki bu büyük başarıya rağmen, savaşın son iki yılında geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak Irak’ın kuzeyini yine de başarıyla korudu. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Ali İhsan (Sabis) Paşa 6. Ordu Kumandanı olarak Musul’da bulunuyordu. İngilizler ise ani bir işgal hareketi ile Musul’a egemen olmak istiyorlardı. Kısacası Musul, Mütareke hükümlerine ve uluslararası savaş kurallarına aykırı bir şekilde işgal edildi.

Anadolu toprakları üzerinde yürütülen Milli Mücadele’ye paralel olarak başlayan, bölgedeki hareketler, gücünü yine Anadolu’dan alıyordu. İngiliz işgalinden sonra Bağdat’ta, Kerkük’te, Musul’da ve Irak’ın başka şehirlerinde, Türk hakimiyetinin tekrar uygulanmasını ve yerleşmesini isteyen pekçok kişi vardı. Bu yüzden Bağdat’ta faaliyete başlayan gizli bir Türk Cemiyeti kuruldu. Türklük yanlısı fikirleri yaymak üzere Cemiyet, Mayıs 1919’da Nuri Efendi’yi Musul’a gönderdi. Çalışmağa başlayan Nuri Efendi, kısa zamanda çoğunluğu Kerküklü Türk Subaylardan oluşan pekçok vatanseveri, bu cemiyet etrafında topladı.

Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı devletine sadık kalan ve pek çok hizmetler etmiş olan Irak aşiret reislerinden Acemi Sadun Paşa da, İngilizlere karşı mücadelesini sürdürürken diğer taraftan Mustafa Kemal Paşa ile gizlice haberleşiyordu. Dünya Savaşı’nda İngilizlere karşı ümitsiz, ancak destansı bir mücadeleye girişen Acemi Paşa, savaştan sonra Anadolu’ya geçerek, bütün varlığı ile Millî Mücadeleye katılmıştı.

Musul halkının tüm unsurlarının (Kürt, Türkmen ve Arapların) Osmanlı’ya ve yeni kurulan Ankara hükümetine karşı gösterdikleri bu sadakat karşısında Ankara hükümeti de duyarlı davranmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M.’nde yaptığı konuşma, Musul konusundaki düşüncesini ve savunduğu politikayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, İskenderun’un cenubundan (güneyinden) geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!”(1)

Mustafa Kemal Paşa ve Ankara hükümeti, Musul konusundaki bu kararlılığı Lozan Konferansı’na kadar olan süre içinde çeşitli vesilelerle gösterdi. İngilizler’in Ocak 1921’de Erbil ve Revanduz arasında bulunan ve Ankara Hükümeti’ni destekleyen “Sürücü Aşireti”ne saldırmaları üzerine Mustafa Kemal Paşa, Millî Müdâfaa Vekâleti’ne çektiği telgrafla Revanduz bölgesine asker gönderilmesini istedi”. Bu görev Kaymakam ve Milis Yarbay Özdemir Bey’e verildi. Özdemir Bey, kuvvetleriyle başlangıçta bölgede oldukça önemli başarılar elde etti, ancak daha sonra geri çekilmek zorunda kaldı. Özdemir Bey’in Revanduz’da kazandığı başarı, bölgedeki halk ve aşiretler üzerindeki nüfuzu Türk Genelkurmayı’nı Musul’un kurtarılması için bâzı askerî tedbirlerin alınmasına sevk edecekti.

Lozan Konferansı’nda Musul Meselesi

Lozan Konferansı’nda üzerinde en zor tartışmaların yürütüldüğü konu “Musul Meselesi” oldu. Türkiye için hayatî bir öneme sahip olan Musul, I. Dünya Savaşı’nın galibi olarak Lozan Konferansı’na egemen olan İngiltere için de gerek zengin “petrol kaynakları” ve gerekse “Hindistan yolunun emniyeti” bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve ekonomik öneme sahip bir bölgeydi.

Türkiye ise, haklı olarak, Misâk-ı Millî’nin vazgeçilmez bir parçası olan ve üzerinde yaşayan insanların da kendisiyle dil, din, kültür ve tarih bağlarıyla bağlı olduğu Musul vilayetini kaybetmek istemiyordu.(2)

Musul meselesi, ilk olarak Lozan Konferansı’nın 23 Ocak 1923 tarihli oturumunda ele alındı. İsmet Paşa Türk tezini siyasî, tarihî, etnografik, coğrafî, ekonomik ve askerî açılardan geniş bir şekilde ve son derece tutarlı bir biçimde savundu. Musul vilâyetinde yerleşik nüfus, 503.000 kişi olarak gösterilmiş, Türk-Kürt ayrımı yapılmaksızın çoğunluğun Türk olduğu vurgulanmış ve bölgenin Anadolu’dan ayrılamayacağı belirtilmiştir. (3)

Ancak Musul’u elde etmeye kararlı olan İngiliz heyeti karşı gerekçeler öne sürerek konuyu konferansın ikinci celsesine bıraktırdı. İkinci celse görüşmelerinde meselenin iyice çıkmaza girmesi üzerine Türk heyeti Plebisit, yani halkoylaması önerdi. Musul’da bir oylama yapılmalı ve vilayet halkına Türkiye’ye mi yoksa İngiliz mandası altındaki Irak’a mı katılmak istedikleri sorulmalıydı. Son derece akılcı, adilane ve makul olan bu teklif Lord Curzon tarafından kabul edilmedi.

Plebisit teklifi karşısında Lord Curzon’un ikinci önemli manevrası Musul meselesinin, I. Dünya Savaşı’nın ardından galip devletler tarafından kurulan Milletler Cemiyeti’ne havale edilmesi ve kararın cemiyet tarafından verilmesi teklifiydi. Bu teklif İngiltere’nin müttefikleri tarafından da desteklendi. Ancak elbette ki bu istek İngiltere’nin Musul meselesini neredeyse kendine havale etmesi anlamına geliyordu. Çünkü İngiltere Milletler Cemiyeti’nin kurucusu ve en güçlü birkaç üyesinden biriydi. Bu kuruluşun İngiliz çıkarlarına aykırı bir karar vermeyeceği çok açıktı. Türkiye ise Milletler Cemiyeti’ne üye bile değildi.

Dolayısıyla Türk heyeti İngiltere’nin bu tuzak teklifini kabul etmedi. Türkiye’nin Musul’dan vazgeçmeyeceğini ifade etti. Lozan Konferansı’nın sonraki celselerinde de bir gelişme olmadı. 4 Şubat’ta yeni bir barış projesi hazırlayan İngilizler ve müttefikleri barış görüşmelerinin kesilmesi tehdidinde bulunarak bunu Türk heyetine kabul ettirmeye çalıştılar. İsmet Paşa bu teklifi kabul etmedi ancak 4 Şubat 1923 tarihinde yazılı bir teklif yaparak Musul meselesini Türkiye ile İngiltere arasında bir yıl içinde ortak bir anlaşmayla çözümlenmek üzere konferans programından çıkarılmasını istedi. Görüşmeler aynı gün sona erdi ve Türk heyeti yurda döndü.

Kısacası, Lozan Barış Konferansı Musul meselesini çözüme kavuşturamadan sona erdi. Mesele Lozan Antlaşması’ndan sonra Haziran 1926 tarihine kadar sürüncemede kalacaktı. Üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde mesele önce 19 Mayıs 1924 tarihinden itibaren Haliç Konferansı’nda ele alınacak, daha sonra Milletler Cemiyeti Meclisi’nde görüşülecek ve nihayet, Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması ile neticelenecekti. İngiltere ise Musul meselesini 6 Ağustos’ta Milletler Cemiyeti’ne götürdü.

Milletler Cemiyeti 30 Eylül 1924’te, Musul Meselesini incelemek ve çözümle ilgili tavsiyede bulunmak üzere bir komisyon oluşturulmasına karar verdi. Komisyon Londra, Ankara ve Irak’ta çalışmaları müteakip 27 Ocak 1925’te Musul’a geldi. Komisyonda bulunan Türk delegeler ve özellikle Komisyonun Türk Başkan Yardımcısı Cevat Paşa’yı üniforma ile gören halk galeyana gelerek Paşanın çevresini sarar ve kalabalıktan bazıları Paşanın elini yüzünü öpmeye başlar. Kalabalık bir anda büyük bir yürüyüşe dönüştü. Halk Yaşasın Türkiye diye bağırıyordu !!. Olay Komisyon raporunda olduğu gibi anlatılmıştır. Bu olay Musul Meselesinde Türkiye’nin haklı olduğunun güçlü kanıtı olmuştur. Çalışmalarını 16 Temmuz 1925’te tamamlayan komisyon, raporunda Musul Vilayetinin kime bırakılması gerektiğini net ve açık ifadelerle belirtemedi. 1925 şubatında Doğu Anadolu’da Şeyh Said isyanın ardından, 16 Aralık 1925’te ise Musul bölgesi Irak Manda yönetimine bırakıldı. Nihayet karar Milletler Cemiyetine bırakıldı. Milletler Cemiyeti 16 Aralık 1925’te Musul Vilayeti’nin Irak’a verilmesine karar verdi(4).

Türkiye defalarca Musul konusundaki İngiliz oyunlarını kabul etmeyeceğini açıklamasına rağmen sonunda Cemiyet Meclisi kararına uydu ve 5 Haziran I926’da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul’u Irak’a terk etmeyi kabul etti.

Ankara Antlaşması, “sınır, iyi komşuluk ilişkileri ve genel hükümler” adı ile üç kesim ve toplam 18 maddeden meydana geliyordu. Antlaşmanın bir ve ikinci maddesi Türk-Irak sınırını tespit etmiş, 14. madde ise bölgedeki petrol gelirinin %10’unun 25 yıl süreyle Türkiye’ye bırakılmasını öngörmüştü. Böylece Türkiye; Musul, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye’yi 500.000 sterlin karşılığında Irak’a bırakmış, alınan para Düyun-u Umumiye ödemesi ile İngilizlere verilmiştir(5).

Türkmenlerin Dramı Başlıyor

Milletler Cemiyeti’nin, 16 Aralık 1925 tarihinde Musul konusunda İngiltere lehine görüş bildirmesi, Irak Türklerinde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Artık Irak Türkleri, her türlü uluslararası güvenceden mahrum olarak, kendi kaderleri ile başbaşa öksüz ve mahzun kalmışlardı. Çünkü Ankara Antlaşması’nda Irak’ta kalan Türklerin kültürel veya siyasi yönden yararlanacakları hiçbir madde yer almamış, Türk halkının menfaatleri söz konusu edilmemişti.

Irak vatandaşı olarak yaşamağa devam eden Türk halkı, buna rağmen yönetimin baskılarına da maruz kalıyorlardı. Irak Türkleri de sessiz duramıyor, baskı ve asimilasyon hareketlerine karşı mücadele ediyorlardı. Musul’un İngiliz mandası altında Irak’a bırakılmasını, milliyetçi liderler bir türlü içlerine sindiremiyorlardı. Hele bir İngiliz kuklası olan Faysal’ın kral olarak Irak tahtına oturtulması, Türklerden başka Araplar ve Kürtler arasında da tepkilere yol açmıştı. Ne var ki 1932 yılında Irak’ın bağımsızlığını ilan etmesi ile birlikte ülkedeki azınlıkların durumları da kötüleşecek, Irak’ı bir millet haline getirmeye çalışan kraliyet yönetimi azınlıkların haklarını sürekli olarak tırpanlayacaktı.

Kraliyetin kuruluş anlaşması 1932 yılında yapıldığı şekliyle Irak azınlıklarının yasal haklarını güvence altına alıyordu. Ancak bir yıl sonra son şeklini alarak onaylanan 1933 Anayasası ülkenin resmi dilinin Arapça olduğunu karara bağlayınca yeni yönetimin politikalarının alacağı yön belli olmuştu. Kral Faysal ise, Irak’ın ayakta kalmasının tek yolunun ülkenin çeşitli etnik ve dini demografik gruplarının bir tek “Irak vatandaşlığı” kimliği içinde eritilmesi olduğuna inanıyordu.

1958 İhtilali bütün azınlıklar gibi Türkmenler için de iyi haberdi. İhtilali açıklayan deklarasyon Türkmenleri Irak ulusunu oluşturan üç unsurdan biri olarak kaydetmiş, Türkmenler de ihtilale açıktan destek vermişlerdi. İhtilalin üzerinden bir yıl geçmeden Türkmenler okullarda Türkçe eğitim, Türkçe radyo ve gazete neşri gibi faaliyetlerini başlattılar. Bağdat Türkmence Radyosu ve onu takiben yayına başlayan Kardaşlık Dergisi yıllar boyunca Irak Türkmenlerinin sesi oldu.

Sonuçta, Baas İhtilal Komuta Konseyi, 1970’te Irak Türkmenlerinin kültürel haklarını tanıdığını ilan etti. Bu hakların tamamı kontrollü bir şekil ve miktarda kullanılabilecekti. Bir yıl sonra kendisini rejimde oturmuş görmeye başlayan Baas, baştaki sözlerinden de vazgeçerek Kürt ve Türkmen azınlıklara yönelik sindirme politikalarını uygulamaya başladı. 1974 yılına gelindiğinde Devrim Komuta Konseyi, azınlıkların çoğunlukta olduğu şehirleri Araplaştırmaya başladı. Kerkük bu politikanın bir numaralı hedefiydi. 1976 yılında şehrin adı dahi değiştirilerek El-Temim yapıldı.

Irak Baas yönetimi 11 Mart 1970 tarihinde çıkardığı bir kanunla Kuzey Irak’taki iki Zap arası ile Süleymaniye Bölgesi’ni Kürdistan Otonom Bölgesi olarak tanıdı. Türklerin elinde kalan 1000 dönümlük verimli arazinin 700 dönümü daha Kürtlere dağıtıldı. Türklere hoş görünmek için 24 Ocak 1970 tarihinde verilen bazı kültürel haklar ise sonradan askıya alındı. Tarihi Erbil şehri, Kürdistan Otonom Bölgesi’nin başkenti ilan edildi. Sonraki yıllarda ABD ve İran tarafından desteklenen Kürtler Irak’a yönelik isyanlarını yine sürdürdüler.

Türklere yönelik asimilasyon politikasını aynı hızla sürdüren Irak yönetimi, 29 Ocak 1976’da, Türk şehri Kerkük’ün ismini “el Tamim” olarak değiştirdi. Kerkük’e yerleşmek isteyen Araplara binlerce dolar yardım yapıldı. Aynı yılın Nisan ayında Irak ve Kerkük’ü ziyaret eden Türkiye Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e halk tarafından büyük tezahürat yapılmış; ziyaretin ardından tutuklamalar ve sürgünler yapılmıştı. 1980’den sonra zalim Saddam Türkmenleri tahkir ile onlara en korkunç zulüm ve soykırımı yaparken Türkiye yalnızca seyretti. Soykırım neticesinde sadece, Altın Köprü’de 87 Türkmen aydını suçsuz olduğu halde kurşuna dizilerek şehit edildi.

Irak Cumhuriyetinin 7 Temmuz 1990’da neşredilen Anayasasının 6. maddesine göre “Irak halkının Arap ve Kürtlerden meydana geldiği” ifadesi Türkmenlerin milli haklarının inkar edildiğinin en açık delilidir. Irak dışında 500 bin, Irak’ta ise 2.5 milyon Türkmen vardır. Yüzlerce Türkmen köyü ve kasabası çeşitli bahanelerle bedel ödenmeden istimlak edilip, yerle bir edilerek yakılıp yıkılmıştır. Türkmen halkı zorla Kuzey Irak’tan çöle ve Güney Irak’a göçe zorlanmıştır. Irak’ın güneyinden yüzbinlerce Arabın, Türkmen bölgelerine yerleşmeleri için kendilerine karşılıksız destek kredileri verilmiş ve Türkmenlere ait araziler ücretsiz olarak bunlara dağıtılmıştır.

Bu sırada Molla Mustafa ölmüş ve Barzani aşiretinin başına oğlu Mesut geçmişti. Celal Talabani ise 6 bin adamı ile Irak tarafına geçerek Saddam’la anlaştı ve İran’a karşı savaştı. İran’daki Kürt isyanını bastıran KDP -Kürdistan Demokrat Partisi- lideri Barzani bir süre sonra KYB -Kürdistan Yurtseverler Birliği- lideri Talabani ile birleşerek İran tarafına geçti. Menfaatleri için sık sık saf değiştiren ve kendi halklarıyla savaşan Kürt gruplar, genel olarak Batı’nın menfaatleri yönünde tavır alıyorlardı.

1988’de sona eren İran – Irak Savaşı’nın ardından ABD ve Batının hedefi bu kez Saddam yönetimiydi. Artan silah gücüyle petrol bölgelerini ele geçirmesinden korkulan Irak’a karşı Kürt gruplarla güç birliğine gidildi. Saddam Hüseyin, bir taraftan İran’a karşı Halkın Mücahitleri’ne yardım ederken, bir yandan da Kürtlere karşı yeni bir harekat başlattı. Batıdan aldığı kimyasal silahları da kullanarak, Halepce ve Dohuk’ta büyük katliamlar yaptı. Katliamdan kaçan yüz binlerce Kürt, Türk Devleti’ne sığındı.

Önce güneye yönelen Cumhuriyet Muhafızları Şiileri büyük bir katliamla durdurdu ve 150 bin kişiyi öldürdü. Takiben kuzeye yönelen Saddam güçleri bütün Türkmen kentlerini ele geçirdi ve 28 Mart 1991’de sadece Altunköprü’de 83 Türkmen’i kurşuna dizdiler. Erbil’de 6 bin kişiyi öldüren güçler Dohuk’a kadar bütün kentlere girince, bu bölgelerde yaşayan yüzbinlerce insan Türkiye ve İran’a sığınmak zorunda kaldılar.

Yüzbinlerce insan hayatından ve yurdundan olduktan sonra Batılı güçler yeniden devreye girdiler. 5 Nisan 1991’de Birleşmiş Milletler’in 688 sayılı kararı sonrasında Kuzey ve Güney Irak’ta güvenli bölgeler ilan edildi. Musul 36. Paralelin üzerinde olmasına rağmen güvenli bölge dışında kalmış, Talabani’nin egemen olduğu Süleymaniye ise 36. Paralelin altında olmasına karşın güvenli bölgeye dahil edilmişti. Telafer, Musul, Kerkük, Altunköprü gibi geniş Türkmen bölgeleri tamamen Saddam’ın insafına terk edilmişti. Türkmenlerin haklarını korumak ve savunmak amacıyla 1988’de kurulan Irak Milli Türkmen Partisi 1991 yılında kendisini resmen deklare etti. 24 Nisan 1995 yılında diğer önemli Türkmen partileri ve kuruluşları ile Irak Türkmen Cephesi oluşturuldu. Merkezi, KDP kontrolündeki Erbil’de bulunan ITC, Türk Devleti’nin desteği ile gücünü artırdı. Erbil ve Talabani kontrolündeki Kifri’de okullar, poliklinikler, gazete ve televizyon gibi kurumlarla Türkmenlerin yaşama mücadelesine önderlik etti ve bütün dünyada Irak Türkmenlerinin resmi temsilcisi olarak kabul edildi. Bununla birlikte, özellikle KDP yönetiminin Türkmenler üzerindeki baskı politikası hep sürdü. Resmi kurumlarından, bayrak ve parlamentosuna kadar bir devlet için gereken her türlü oluşumu tamamlamışlardı. Türkmen okullarında Kürtçe eğitimi zorunlu kılmışlar, Türklerin gayrimenkul edinmesini, araç alıp satmasını yasaklamışlardı. Türkler Kürt mahalli kurumlarında ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutuluyorlardı.

Körfez Savaşı sonrasında ABD’nin baskısıyla bir araya gelen Barzani ve Talabani’nin bu beraberlikleri uzun sürmedi. Egemenliğin ve gelirlerin paylaşımı yüzünden çatıştılar ve güvenli bölgenin kuzeyine KDP, Güneyine ise KYB hakim oldu. Kuzey Irak – İran sınırının ortası boyunca uzanan Kandil dağlarına ise PKK militanları yerleşti. Aynı yapı bugün de devam etmektedir. ABD, Irak müdahalesi öncesinde, iki büyük Kürt grubunu 2002 yılının Ekim ayı başında yeniden bir araya getirdi ve Erbil’de Kürt parlamentosunu yeniden topladı. 14 – 17 Aralık 2002’de ise Londra’da Irak Muhalefeti toplantısı yapıldı. 75 kişilik İzleme ve Koordinasyon Heyeti’ne Türkmenlerden sadece 4 temsilci girebildi. Bu heyet 2003 Ocak ayı ortasında Erbil’de toplandı ve Yürütme Kurulu’nu oluşturdu(6) .

Türkmen Yerleşim Bölgeleri

Irak’taki üçüncü büyük etnik grup olan Türkmenler’in yüzde 85 kadarı 36’ncı paralelin güneyinde, yani Irak denetimindeki bölgede yaşamaktadır. Yüzde 15 kadarı ise en kuzeyde Kürtler’in kontrolündeki Türkiye, İran ve Irak sınırlarının birleştiği bölgededir.

Türkmen nüfusun yoğun olarak bulunduğu 5 vilayet Musul, Erbil, Kerkük, Diyala ve Selahaddin’dir.. Bağdad’ta bile küçümsenmeyecek sayıda Türkmen olduğu bilinmektedir. Kerkük’teki Türkmen sayısı da 300 bin civarında tahmin edilmektedir(7) .

Ülkenin kuzey-batısında ve Musul’un 60 km. doğusunda bulunan Telafer ve buna bağlı olan köylerden itibaren, Musul ve çevresindeki yüzlerce köy, Erbil, Altunköprü, Kerkük ve çevresindeki köyler, Tazehurmatu, Tavuk, Tuzhurmatu ve çevresindeki Bayat Köyleri, Kifri, Karatepe, Hanekin, Kızlarbat (Sadiye), Karağan (Celevla) ve çevre köyleri, Şahraban (Mikdadiye), Bedre, Kazaniye ve Mendeli gibi il, ilçe, kasaba ve köyler, Türklerin yerleştiği önemli merkezlerdir. Türklerin yerleştiği bölge, kuzey Irak’ın Musul, Erbil, Kerkük ve Diyale illerinin sınırları içinde kalmaktadır. Ayrıca başkent Bağdat’ta 50 bine yakın Türk ailesinin yaşadığını da unutmamak gerekir. Bağdat’ın yoğun olarak Karakol, Azamiye, Rağibe Hatun semtlerinde yaşayan Türklerin nüfusu 300 bine yaklaşır.

Irak Türkmen Cephesi’nin rakamlarına göre Musul vilayetinde 450.000, Erbil vilayetinde 215.000, Kerkük vilayetinde 700.000, Selahaddin vilayetinde 300.000, Diyale vilayetinde 220.000 ve nihayet Bağdat şehrinde 300.000 Türkmen yaşamaktadır(8).

Musul’un merkez ilçesinde Yunus Peygamber, Faysaliye ve Mansur mahalleleri, nüfus itibariyle Türktür. Bunun dışında, Musul’un çevresindeki kırsal alanda yüzlerce Türk köyü vardır. Şebek oymağı, Sarılı ve diğer Türk aşiretlerinin yaşadığı Musul bölgesindeki köyler, yoğun biçimde Türk nüfusunu barındırır. Musul’un çevresinde 83 köy yer almaktadır.

Musul’un 60 km. batısında yer alan Telafer, Irak’taki Türklerin yoğun biçimde yaşadığı en büyük ve en halis bir Türk ilçesidir. Telafer yöresinde ise 50 den fazla Türk köyü bulunmaktadır. Ayrıca Telafer’in batısında bulunan Sincar’ın güneyinde de Türk köyleri vardır. Bu köylerin en önemlileri arasında Meydankulu, Sibate, Sino ve Tellavi anılabilir.

Musul’dan sonra gelen Erbil ili de, tarihi bir Türk şehridir. Nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan Erbil, Kerkük’ten sonra Türklerin Irak’ta yaşadığı ikinci büyük il sayılır.

Kerkük ilinin 1975 yılına kadar ki idarî taksimatında 4 ilçe vardı. Bunlardan biri merkez ilçe olan Kerkük’tür. Kifri, Tuzhurmatu ve Çemçemal ise diğer üç ilçenin adlarıdır.
Yoğun Türk nüfusuna sahip olan Kerkük, Irak Türklerinin kalbi ve kültür merkezidir. Kerkük’e bağlı nahiye ve köylerin tamamı da Türk nüfusuna sahiptir. Kerkük’e bağlı nahiye ve köylerin belli başlıları şunlardır:

Badava, Beşir, Bılava, Çardağlı, Göktepe, Ilıncak, Karaincir, Kızılyar, Kuştepe, Kümbetler, Leylan, Ömermenden, Tazehurmatu, Tercil, Tirkalan, Tirkeşkan, Tokmaklı, Topzava, Yahyava, Yayçı. (Bunların bir kısmı Bağdat yönetimi tarafından yıkılarak, Türkmen halkı başka yerlere sürülmüştür.)

Tuzhurmatu ilçesinin Tavuk nahiyesi ve yakınındaki İmam Zeynelabidin köyü, halis birer Türk yerleşme merkezleridir. Tuzhurmatu da, Telafer’den sonra Irak’taki en önemli Türk ilçesi durumundadır. Bu ilçenin sınırları içinde yaşayan Bayat boyunun oturduğu köyler, bölgedeki Türk nüfusunun önemli bir sahasını oluşturur.

Günümüzde Kerkük kentinin etnik dokusunun hangi renkte olduğuna bakmak, kanatimizce daha realist bir yaklaşım sayılır. Bin yılı aşkın geçmişi ile Irak’ta varlık gösteren Türkmenlerin en yoğun olarak yaşadıkları kent Kerkük’ün içinde yaşayan canlıları bir yana bırakarak, mahalleler, anıtlar, mezarlıklar ve yer adları incelenirse, kentin etnik yapısı hakkında daha sağlıklı ipuçları elde edilebilir(9).

Kentin en eski mezarlığı kalede bulunan Danyal Peygamber Camii’nin haziresidir. Burada bulunan mezar taşlarının eski harfli Türkçe kitabeleri, kentin başlı başına bir tapusu niteliğindedir. Bunun dışında Atlas Caddesi üzerinde yer alan Ali Paşa Mezarlığı, günümüzde Şehitler Türbeliği adı verilen kabristandaki mezar taşları da Türkçe kitabeleri ile süslüdür. Kentin günümüzde en büyük mezarlığı Büyük Türbelik adını alan Musalla Mezarlığı’dır. Burası Türkçe mezar taşlarının bir açık hava müzesi niteliğindedir(10).

Diyale il sınırları içinde de önemli bir yekûn tutan Türk nüfusu bulunmaktadır. Diyale ilinin idari taksimatında yer alan 5 ilçe vardır. Bunlar Bakuba, Halis, Hanekin, Mendeli ve Şahraban (şimdiki adı Mikdadiye)’dir. Bu beş ilçenin hemen hemen hepsinde Türk nüfusu olarak karşımıza çıkar. Ayrıca bu ilçelere bağlı Türk kasabaları vardır. Bu kasabalar arasında Bakuba’yşa bağlı Kazaniye; Halis’e bağlı Mansuriyet Çebel: Hanekin’e bağlı merkez Hanekin, Karağan (Celevla), Kızlarbat (Sadiye), Koratu ve Meydan; Mendili’ye bağlı Kazaniye ve Beledruz; Şahraban (Mikdadiye) ilçesinin aynı adı taşıyan merkez nahiyesi, Türk yerleşimlerinin önemli birer merkezi sayılır. Bu arada bölgede yer alan Bacalan, Bahruz, Deliabbas, İbrahim Semin, Karacıva, Karaulus ve Kenaniye adlı kasabalarda da Türk nüfusu yaşar. Ayrıca elliye yakın Türk köyünün bölgedeki varlığına da işaret etmek yerinde olur.

1947-1957 nüfus sayımları dışında Irak’ta Türkmen nüfusunu belgelendirecek hiçbir kaynak bulunmamaktadır. 1957 nüfus sayımına göre Irak’ın genel nüfusu 6.240.000 iken; Türkmenler’in nüfusu 576.000 olarak gösterilmiştir. (Bu rakamlar Irak Planlama Bakanlığı’na bağlı İstatistik Genel Müdürülüğü’nün 1965 verilerinden alınmıştır.); bu da Türkmen nüfus oranının genel nüfus oranına göre % 9’dan fazlasına tekabül etmektedir. 30 yıl sonra İngiliz Inquıry dergisinin Şubat 1987 sayısında yayınlamış olduğu bir araştırmada Irak’ta Türkmen nüfusundan söz ederken Irak genel nüfusunu 16.000.000, Türkmen nüfusu ise 1.500.000’in üstünde gösterilmiştir. Bu da yaklaşık %10’a tekabül etmektedir(11) .

Bugün Irak nüfusunun % 10-12’sini oluşturan Türkmen nüfusu Irak’ın kurulduğu ilk günden bu yana sistemli bir şekilde olduğundan az gösterilmeye çalışılmıştır. Bugüne kadar yapılan yedi genel nüfus sayımının açıklanan resmi rakamlarında Türkmenler genel nüfusun % 2’si olarak gösterilmektedirler. Hiç değilse 1987 ve 1997 sayımlarında Türkmenlere kendilerini Arap veya Kürt yazdırmaları yönünde baskı yapıldığı, nüfus hanesine Türk yazdıranların sürgünle tehdit edildiği bilinmektedir.

Irak Türkmenlerinin hükümetçe açıklanan sayılarına bakılırsa 1957 sayımı ardından en düşük rakam olarak açıklanan adet 136.800 olarak verilmiştir. Bu sayının bütün ölçülere ve Irak devletince sonradan açıklandığına göre de doğru olmadığı ortada iken bu rakamdan hareket ederek yola çıkıldığında 2000 yılı sonlarına doğru 505.000 kişi olmaları gerekmektedir. Ne yazık ki misyonları gerçeği araştırmak değil, sadece Kerkük’ün Türkmen değil Kürt veya Arap olduğunu ispatlamaya kalkışmak olan bütün yazarlar da, sadece Türkmenler söz konusu olunca bu rakamları gerçek olarak kabul ederler. Halbuki sadece Irak’ın kuzey batısındaki Telafer ilçesinin nüfusuna bakılırsa, sadece Türkmenlerden oluşan bu ilçe ve etrafındaki köyler nüfusunun iki yüz elli bini aşkın olduğu açıkça görülmekte ve yukarıda bahsedilen rakamların ne kadar gerçek dışı olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunlara Musul civarındaki köy ve kasabalar, Erbil, Altın Köprü, Tuz Hurmatu, Bayat köyleri, Karatepe,Hanekin, Mendeli ve Kerkük ilave edilirse bu sayının gerçek boyutu ortaya çıkar.

Kerkük’ün Petrol Geliri

Kanıtlanmış petrol rezervleri açısından dünya ikincisi, kanıtlanmamış rezervler de buna eklendiğinde dünya lideri olan Irak için Kerkük Bölgesi’nin ayrı bir önemi var. Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı topraklarının bir parçası olarak kalan ve hala Türkiye’nin üzerinde hak sahibi olup olmadığı tartışılan Kerkük’ten çıkarılan petrolün yıllık değeri 15 katrilyon liranın üzerindedir. Bilindiği üzere 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması, bölgedeki petrol gelirinin yüzde 10’unu 25 yıllığına Türkiye’ye bırakılmasını öngörüyordu. Fakat Türkiye, daha sonra 500 bin İngiliz Sterlini karşılığı, haklarını İngiltere’ye bıraktı. Yani bugün itibarıyla yaklaşık 1,2 trilyon lira. Kerkük’ün yıllık petrol gelirinin 15 katrilyon liranın üzerinde olduğu düşünüldüğünde, 500 bin sterlinlik anlaşmanın Türkiye’ye ne kadar zarar verdiği daha iyi anlaşılır.

Irak’ta üretilen petrolünün yüzde 40’ı ise Kerkük’ten çıkarılmaktadır. Bu bölgenin petrol geliri yıllık 9.5 milyar dolar civarında. Irak’ta 2000 ve 2001 yılında ortalama günlük 2.5 milyon varil petrol üretilirken, bunun 1 milyon varilinin Kerkük bölgesinden elde edildiği de biliniyor.

Irak’ın toplam kanıtlanmış rezervlerine bakıldığında, 112 milyar varille Suudi Arabistan’dan sonra ikinciliği aldığı görülüyor. Ülkedeki petrol rezervlerinin büyük kısmının hiç araştırılmamış Batı Çölünde olması, rezervlerin 220 milyar doların çok daha üzerine olabileceği yorumlarına neden oluyor. Irak’ın petrol rezervlerinin ABD’nin 100 yıllık ihtiyacını karşılayacak boyutta olduğu hesaplanıyor.

Kuzey Irak’ın kuzeyinde, Irak petrolünün sadece % 1’i varken, güneyinde (Kerkük ve çevresinde) % 11’i var. Kerkük petrolünün maliyeti, varil başına 1.5 $, diğer üretim alanlarında 15 $’a kadar çıkıyor. ABD, Dünya petrol rezervinin % 11.5’ini barındıran Irak’ta, en zengin petrol yataklarının bulunduğu Güney Irak ve Basra’da uzun bir süre kalabilmenin yollarını arayan ABD ve İngiltere, bu nimeti iki Kürt aşiretine yedirir mi?

Irak Türkmen Cephesi ve Türkmenlerin İsteği

Irak Türkmenlerinin kurduğu bir dizi parti ve siyasi organ bulunmakla birlikte bugün Türkmen partileri iki kampta toplanmış bulunmaktadır. Bunlardan ilki 1995 yılında kurulan Irak Türkmen Cephesi ve ikincisi de 2002 yılında kurulan Türkmen Milli Birliği’dir. ITC geleneksel olarak Türkmenler arasında Türkiye’ye bağlılığı savunan partiler tarafından oluşurken, TMB Türkmenlerin Kuzey Irak’ta var olan Kürt varlığının içinde bir otonom varlık olarak siyasi faaliyetlerine devam etmekten yanadır.

Irak’taki Türkmenlerin tek meşru temsilcileri “Irak Türkmen Cephesidir”. Irak Türkmen Cephesi, Irak Türkmenlerinin haklarını savunan en önemli bir kuruluştur. Irak Türkmen Cephesi, büyük bir fedakarlık örneği sergileyerek Irak’ın bütün bölgelerinden seçilen temsilcilerle birlikte bir “Türkmen Cephesi Meclisi”ni kurmuş ve Türkmenlerin hak ve hukuklarını hem Irak’ta, hem de uluslararası platformda koruma ve savunma görevini sürdürmektedir(12).

Irak Milli Türkmen Partisi, Türkmeneli Partisi, Türkmen Bağımsızlar Hareketi, Türkmen Kardeşlik Ocağı ve Şii Türkmen İslami Hareketi, Irak Türkmen Cephesi’ni oluşturan belli başlı hareketlerdir. Bunlar dışında faaliyet gösteren Türkmen partileri de vardır. Ayrıca 60’a yakın kuruluş Irak Türkmen Cephesi’ne destek vermektedir. Irak Türkmen Cephesi’nin girişimleriyle “dış ilişkiler ve siyasi ilişkiler dairesi”, “sağlık ve sosyal yardım dairesi”, “güvenlik”, “4 eğitim ve araştırma kuruluşu” kurulmuş olup, bölgede Türkçe eğitim yapan 15 ilkokul ve 3 lise vardır.

1970’lerin başında Türkiye’ye tahsil için gelen Türkmen öğrenci sayısı yılda 10-15 iken, bu sayı 1975’de 80’in üzerine çıkmıştır. 1976 ve 1977 yıllarında ise sayıları katlanarak yükselmiştir. 1978 yılında Irak Yönetimi, Türkiye’de öğrencilerin tahsil yapmasını yasakladı. Buna mukabil Türkmen öğrenciler, eski sosyalist ülkelere tahsil için gitmeye teşvik edildi(13).

Kürt grupları, Türkmenleri, bağımsızlık girişimlerinde büyük bir tehlike olarak algıladıkları için, “Kukla Türkmen partileri” kurarak Türkmen siyasi varlığının gücünü her ortamda engellemeye çalışmaktadır. “Türkmen Kardeşlik, Birlik, Kültür Cemiyeti, Kurtuluş, Liberal Demokratik Topluluğu, Halk Partisi ve Doğuş Partisi” adlarıyla kukla partiler, “Demokratik Türkmen Cephesi Topluluğu” olarak tek bir çatı etrafında sistemli bir faaliyet göstermektedir.

Kürt grupların projesiyle Irak’ta “etnik esaslı bir federal yapı” oluşturulmak istenmektedir. Çünkü bu yapı “Geçiş döneminde Irak Devleti Yönetim Yasası” taslağında belirlenmiştir. Birçok Türkmen bölgesi gibi Kerkük, Kifri, Tuzhurmatı ve Erbil de zamanla Kürtleştirilecektir. Kerkük’te valilik, belediye, polis, sağlık ve diğer kurumlarda Kürt hakimiyetinin olması, Türkmenleri sürekli “azınlık statüsünde” gösterme hedefinin bir parçasıdır.

Sürekli “barışçı bir politika” izleyen Türkmenlere Telafer’de olduğu gibi, diğer bölgelerde de “soykırım” yapılmakta ve Türkmenler yaşadıkları bölgelerden uzaklaştırılarak yerlerine Kürt gruplar yerleştirilmek istenmektedir. Nihayet 50 bin Türkmen göçe zorlanmış ve özellikle 18 yaşından yukarıdaki vatandaşlar şehir dışına çıkartılmıştır.

36. paralel sınırının çizilmesiyle Türkmenlerin yaşadığı bölge, yani Türkmeneli ikiye bölünmüştür. Kerkük Erbil’den, Erbil de Musul’dan ayrılmıştır. Bugünkü Kuzey Irak olarak adlandırılan bölgede Türkmen nüfusu, genel nüfusun yüzde 15’ini oluşturmaktadır. Halbuki asıl Türkmen nüfusu 36. paralelin altında ve 2.5 milyon civarındadır(14).

Türkmenler Irak vatandaşı olarak kalmayı istediklerini beyan etmekteler ve sadece tüm vatandaşlarla eşit hak talebinde bulunmaktalar. Türkiye Hükümeti ise Türkmenler’i Irak’ın parçası olarak görmekte ve Türkmenler’in varlığının bir dostluk köprüsü kurmasını arzu etmektedir.

Demokratik bir Irak’ta özgürlük istiyorlar

Irak Türkmenleri’nin Saddam sonrası ile ilgili beklentileri temelde “reaksiyoner” beklentilerdir. Musul ve Kerkük gibi Kuzey Irak’ın iki büyük petrol kentinde önemli bir nüfus ağırlıkları olmasına karşın Türkmenlerin açıklanmış bir bağımsızlık emeli veya petrol yatakları üzerinde hak iddiaları olmamıştır. Türkmenler Irak Savaşı’nın dizaynında Kuzey Irak Kürtlerine bağımsızlık benzeri bir federal yapı hakkı tanınacağının ve Musul ve Kerkük’ün bu federal yapıya katılmak istendiğinin farkındadırlar. Mevcut Türkmen politikası bu katılıma engel olmak ve kurulacak Kürt Federe Devleti’nin bir parçası olmamaktır.

Türkmenlerin Saddam sonrası Irak için konumları kendileri gibi ihmal edilmiş bir azınlık olan Süryanilere benzemektedir. Süryaniler gibi Türkmenler de 1992 sonrasında Kuzey Irak’ta kurulan fiili Kürt devletinin baskıcı rejimi ile karşılaşmış, binalarına Kürdistan bayrağı çekilmek, Türkçe eğitim yapılan okullarda Kürtçe müfredata geçmek zorunda bırakılmışlardır.

Kuzey Irak’ta yeni bir devlet kurma çabalarına hız veren Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesut Barzani, hazırlattığı haritalarda Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin bir bölümünü de sınırlarına kattı. KDP lideri Barzani, partisinin haftalık yayın organı olan Gulan Dergisi’nde, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesini de içine alan bir “Kürdistan” haritası yayınlandı. Daha çok PKK taraftarı olarak bilinen ancak hem KDP’nin kontrolündeki Erbil’de hem de KYB’nin kontrolündeki Süleymaniye’de bulunan Kürdistan Demokrat Yurtseverler Birliği (YNDK)’da 2000 yılı takviminde, Türkiye’nin bir bölümü “Kürdistan” sınırları içerisinde gösterildi. Takvimde, Türkiye’nin bu bölümlerini de içeren “Kürdistan” haritasının üzerine, yeşil, beyaz ve kırmızı çizgili ortasında güneş bulunan “Kürdistan” bayrağı da işlendi(15).

Zaho, Duhok ve Erbil’i kontrolünde bulunduran Barzani, bütün kamu binalarına, okullara ve caddelere kendisi ve babası Molla Mustafa Barzani’nin resimlerini ve “Kürdistan” bayrağını astırdı. Türkler tarafından işletilen bazı özel kurumlar önce bu resimleri asmamak için direnirken veya daha küçük boydaki resimleri bulundururken, bunlara Barzani’nin büyük boyutlu resimleri KDP tarafından “hediye” olarak getirildi. Erbil’de Barzani’nin doğum günü olan 14 Mart (Perşembe günü), okullarda dahil bütün resmi binalar ve dükkanlar tatil edildi.

KDP’nin kontrolünde bulunan bölgede bulunan 13 Türkmen okuluna, KDP’liler tarafından “Kürdistan” bayrağı asılması için baskı yapılmaya başlandı. Bu okullara “Kürdistan” bayrağı asılmasına karşı çıkan ve yeni hükümette temsil edilmedikleri gerekçesiyle hükümeti tanımadıklarını açıklayan iki Türkmen parti lideri, bölgeyi terk etmeye zorlanıyor. Irak Türkmen Cephesi Başkanı Vedat Aslan ve Irak Milli Türkmen Partisi Genel Başkanı Mustafa Kemal Yayçılı, bu görüşlerinden dolayı bölgede asayişi bozmakla suçlanırken, bölgeyi terk etmedikleri durumda tutuklanacakları yolunda tehditler almaktadır. Bölgede, Irak döneminden kalan sistemle Cuma günleri resmi tatil yapılırken, hafta sonu sayılan Perşembe günleri bütün binalara “Kürdistan” bayrakları çekiliyor(16).

Petrol şehri Kerkük’ü kapsayacak federal bir Kürdistan’ın gelecekte Irak’ın parçalanma ihtimalini artırdığını gören Sünni ve Şii Araplar da, Türkmenlerin çizgisine yakın duruyor. Kısacası Irak konusunda Türkiye’nin bir numaralı endişesi olan K. Irak ve Kerkük’ün müstakbel statüsü konusunda hızla sona yaklaşıyoruz.

Öteden beri parçalanmış Irak’ın çıkarına olacağı konuşulan İsrail ile Irak’taki tek söz sahibi ABD’nin tavrının dengeyi Kürtler lehine değiştirme ihtimali olsa da, herkes bunun bölgenin başına ikinci bir Filistin sorunu açmak anlamına geleceğini gömektedir. Aslında bu açmazdan kurtulmanın yolu belki de meselenin özüne yeniden bakmaktan geçiyor. Musul Meselesi, Cemiyet-i Akvam’da İngiltere’nin değil de Türkiye’nin lehine çözülseydi, bugün Kerkük, Erbil, Zaho gibi şehirlerle Urfa, Antep, Diyarbakır arasında fark olmayacaktı. Nasıl bu şehirlerimizde Türk ve Kürt kökenliler arasında taraf tutmak faydasızsa, sınırın öte yakası için de aynı durum geçerlidir.

Türkmenlere Yönelik Baskılar

Irak nüfusunun yüzde 18’ini oluşturan 2.5 milyon Türkmen asimilasyon politikası ile karşı karşıya kalmıştır. Irak yönetimi, Kerkük’teki resmi dairelerde yönetici konumunda bulunan pekçok Türkmeni görevden almıştır(17). Ayrıca Bağdat’ta faaliyet gösteren Türkmen Kardeşlik Kulübünün faaliyetleri dondurularak idari heyet fesh edilmiştir. Irak televizyonundaki haber ve müzik ağırlıklı Türkmence yayına da son verilirken, Kuzey Irak’a sürülen Türkmenlerin gayri menkullerinin de açık arttırma yolu ile Irak yönetimine yakın kimselere satıldı.

ABD’nin Irak’da yapmak konusunda kararlı olduğu bir husus vardır. O da Türkmenlerin Irak’ın politik yaşamından tasfiye edilmesidir. Başkanlık konseyi üye sayısı 7’den 12’ye çıkarıldığı halde Türkmenlere yine bu konseyde yer verilmemiştir. 20 kilsîlik geçici bakanlar kurulunda ise Türkmenlere bir Hıristiyanlara bir üyelik verilirken, (Hristiyanların toplam sayısı 500 bin ) Kürtlere 6, Şii ve Sünni Araplara 6’sar sandalye verilmiştir. 3.5 milyon Kürte 6 sandalye verilirken 14 milyon Şii Arab’a da 6 sandalye verilmektedir(18).

Türkmenlere yönelik büyük boyutlu ayırımcılığın devam ettiği görülmektedir. Telafer gibi içinde Kürtün dahi olmadığı Türkmen kentlerinde Türkmen Cephesi’ nin temsilcileri görevden alınmakta yerlerine KDP’liler veya KYB’liler atanmaktadırlar(19).

Önemli bir Türkmen nüfusunu barındıran Musul’da dahi sadece bir Türkmen kontejanı şehir meclisinde verilmiştir. Kerkük’de ise Kürt valinin Amerikalılar tarafından atanması tam bir demokratik skandal niteliği taşımaktadır. Öte yandan ABD’nin Irak’ı bir federal devletten çok konfederal bir devlete dönüştürebileceğinin ilk sinyalleri gelmektedir. Çünkü, Kürt bölgesine yapılan ayrıcalıklı yaklaşımlar böyle bir politikaya işaret etmektedir.

Örneğin, Arapların ve Türkmenlerin elinden silâhları toplanırken peşmergeler ellerinde ağır silahlarda dahil olmak üzere her türlü silahı bulundurmaktadırlar. Olacak olan, peşmergelerin Irak ordusu üniforması giyip Kuzey Irak’da sözde Irak ordusunu oluşturacaklarıdır. Muhtemelen, Araplardan oluşan Irak ordu birliklerinin Kuzey Irak’a girmesine hiç izin verilmeyecektir.

Kerkük’ün Kürt kökenli valisi Abdurrahman Mustafa, yaptıkları çalışmanın bir demokrasi çalışması olduğunu ve konseye çevredeki ilçelerden temsilciler kattıklarını belirterek, daha da güçlendiklerini söyledi.

KDP lideri Mesut Barzani, Kuzey Irak’taki Türkmen okullarında ilkokul birinci sınıftan itibaren Kürtçeyi zorunlu ders yaptı. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin döneminde, Kuzey Irak’taki Türkmen okullarında dersler Türkçe-Arapça yapılırken, KDP döneminde ilkokullarda dördüncü sınıftan itibaren Kürtçe dersi de görülmeye başlanmıştı. KDP liderinin yeni bir uygulamasıyla, Kürtçe dersleri artık ilkokul birinci sınıfından itibaren zorunlu hale getirildi. Türkmen okullarında birinci sınıftan itibaren çocuklar 6 saat Türkçe ve 5 saat Kürtçe ders görmeye başladı.

Kuzey Irak’ta okullar sabah Barzani ve KDP üzerine övgüler içeren “Kürdistan Marşı” okunarak açılırken, bu marşta sık sık “Barzani ölmez, Kürdistan ölmez” sözleri geçiyor. Okullarda, sabahları öğretmenlerin içeri girmesiyle birlikte ayağa kalkan çocuklar hep bir ağızdan, “Yaşasın Kürdistan”, “Yaşasın Barzani” diye bağırıyorlar. Yayçılı, kendilerinin Türkmen okullarında okunması için “Türkmen Marşı” hazırladıklarını ve KDP’nin “Milli Eğitim Bakanlığı”na gönderdiklerini ancak henüz kabul edilmediğini de bildirdi(20).

Türkmen Cephesine Saldırılar

Kuzey Irak’taki Peşmergeler önce Kerkük’e daha sonra Musul’a girdi. Türkiye’nin baştan beri büyük bir hassasiyetle Peşmergelerin girmemesini istediği bu iki Türk şehrine girmekle kalmadılar şehirdeki resmi binaları yağma ve talan ettiler. Her iki şehirde de ilk yağmalanan yerlerin tapu ve nüfus dairelerinin olması Peşmergelerin bu iki şehirdeki Türk (Türkmen) nüfusunun kayıtlarının yok ederek onları azınlık durumuna düşürmek olduğu açıktır. Peşmergeler Türkiye’nin hassasiyeti ve dolaylı olarak ABD’nin baskısıyla Amerikan askerleri gelir gelmez bu iki şehirden çıkacaklarını ve şehirlerin kontrolünü ABD askerlerine devredeceklerini açıkladılar(21).

Irak Kürdistan Demokrat Parti (IKDP) lideri Mesut Barzani de ‘Bölge ülkeleri Irak’ın toprak bütünlüğüne saygı göstermeli ve Irak halkının içişlerine müdahaleden kaçınmalıdır’ dedi. ‘Türkiye’nin Kuzey Irak’a asker gönderebileceği yolundaki açıklamaları ve Kerkük’teki petrol alanları üzerindeki iddialarından vazgeçmesi’ gerektiğini söylüyordu(22).

Iraklı Kürt Lider, daha önceki gün El Arabiya Televizyonu’na verdiği demeçte, Türkiye’nin “kırmızı çizgilerini” de elinden alarak, “Kerkük Kürtlerin kırmızı çizgisidir” diyordu. Hatta şunu da ekliyordu ; “‘Kerkük meselesi çok hassas ve bize göre üzerinde pazarlık yapılamaz. Kerkük’ün Kürdistan kimliğinden vazgeçmemiz mümkün değildir.” Barzani, dünya medyasına “kırmızı çizgilerini” anlatırken, yeğeni Neçirvan Barzani’yi de Washington’a yolladı. Kuzey Irak’ta kendisiyle görüşmeye gelen İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw’ı “Kürdistan Başbakanı” sıfatıyla, “kabul eden” Neçirvan Barzani, Washington’da da “Kürdistan yetkilisi” olarak ağırlandı. Tüm bu diplomatik ünvanlar, mesajlar, tek bir gerçeğin göstergesi; Irak’ı işgal eden ABD ve İngiltere, ‘Kürdistan’ın’ kimliğini daha şimdiden kabul etmiş durumdadırlar.

—————————————–
(1)Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; Cilt I, s.745 Türk İstiklâl Harbi; Cilt IV, Güney Cephesi, Genel Kurmay Başkanlığı Basımevi, Ankara, 1966, s. 267
(2)Ali Naci Karacam; Lozan, İstanbul, 1971, s. 3
(3)Seha L. Meray; Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, Cilt I, İstanbul, 1993. s. 345
(4)Türkmenlerin Siyasi Yapılanması, http://www. iraqiturkman. org.tr/turkmen15.htm
(5)Metin Ayışığı, Türkmen politikasında stratejik hatalar, Zaman 07.01.2004
(6)Abdullah Manaz,Geçmişten Günümüze Kuzey Irak, STRADİGMA, Şubat 2003 sayı : 1
(7)Türkmenler’i de unutmayalım! TURKISH FORUM, 11.7.2002
(8)Sesini duyuramayan azınlık: Türkmenler, 8 Mayıs 2003, Sayı: 799
(9)Kerkük’ün kimliği, Zaman, 23.01.2004; Suphi Saatçi, Kerkük Vakfı Genel Sekreteri, HABER ANALİZ
(10)Saatçi, aynı yer
(11)Cüneyt Mengü, A.B.D. Raporu ve Irak’ta Türkmen Nüfusu Meselesi, Yeni Hayat, 61.Sayı
(12)Müjdat Kayayerli, Türkmen siyasi varlığı ne durumda, Haber Analiz, 15 Eylül 2004
(13)Türkmenlerin Siyasi Yapılanması, http://www. iraqiturkman. org.tr/turkmen15.htm
(14) Kayayerli, aynı yer
(15)ANKA Haber Ajansı, Turkish Forum, 5 Nisan 2000
(16)ANKA Haber Ajansı, aynı yer
(17)Irak’ın Türkmenler’e Baskısı Arttı, INAF Haber Bülteni, 08 Ocak 2002
(18)abuksur@superonline.com, TurkishForum, 06.06.2003
(19)abuksur@superonline.com, TurkishForum, 06.06.2003
(20)ANKA Haber Ajansı, 5.4.2000
(21)Cemalettin Taşkıran, Türkiye, Türkmenler ve Kuzey Irak, Haber Analiz, 14 Nisan 2003
(22)http://www.ortadogugazetesi.net, 14.04.2003

Son Tweetler

  • Could not fetch Twitter RSS feed.

Tüm Dosyalar

  • Ezanın Yeniden Arapça Okunması ve Basındaki Yankıları

  • Yemen Islahı Hakkında Siverek Mebusu Nureddin Bey’in Meclis-i Meb’usana Verdiği Kanun Lâyihası 19 Şubat 1326 – (4 Mart 1911)

  • Milli Mücadelede Bandırma

  • The Question of Ahmet İzzet Pasha’s Candidacy for Albanian Throne

  • Küreselleşme, Çelişkiler ve Atatürkçülük

  • TRADITIONS ABOUT MARRIAGE WEDDINGS OF WEST THRACIAN TURKS

  • A View to Turk-Bulgar Relations During Atatürk’s Period

  • Atatürk’ün Samsun’a çıkışı hakkında bazı tespit ve değerlendirmeler

  • Türkmen Meselesi ve Türkiye’nin Kuzey Irak Politikası-2

  • Türkmen Meselesi ve Türkiye’nin Kuzey Irak Politikası-1

  • KÜRESEL EMPERYALİZM, A B ve ATATÜRKÇÜLÜK

  • ATATÜRK’ÜN EN BÜYÜK ESERİ TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

  • BATI TRAKYA TÜRKLERİNE YÖNELİK İNSAN HAKLARI İHLALLERİ ve KİMLİK SORUNU

  • ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK BULGAR İLİŞKİLERİNE BİR BAKIŞ

  • İkinci İnönü ve Sakarya Zaferlerinin Türk Kamuoyundaki Yankıları

  • Millî Kuvvetlerin Türk Kurtuluş Savaşı’ndaki Önemi

  • MİLLÎ MÜCADELE’DE İSTANBUL’DAN ANADOLU’YA YAPILAN SİLÂH SEVKIYATI VE İSTİHBARAT MESELESİ

  • ERMENİ TEHCİRİ KONUSUNDA YENİ PERSPEKTİFLER

  • TEHCİR SOYKIRIM ANLAMI TAŞIR MI?

  • MİLLÎ MÜCADELEDE DEVELİ

  • ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE SONUÇLARI

  • MİLLÎ MÜCADELEDE BANDIRMA

  • KUVÂ-YI MİLLİYE VE DURSUNBEY

  • Milli Mücadelede Manisa

  • MANİSA VE ÇEVRESİNDE YUNAN ZULMÜ ve (KUVÂ-YI MİLLİYE)

  • UNUTULAN SOYKIRIM : BATI ANADOLU’DA YUNAN MEZALİMİ

  • UNUTULAN SOYKIRIM : YUNAN MEZALİMİ

  • BİR ASKERÎ MAHKEME : İSTANBUL I. DİVÂN-I HARB-İ ÖRFÎSİ

  • MÜTAREKE BAŞLANGICINDA KARADENİZ BÖLGESİ’NDEKİ PONTUS TAHRİKLERİNE KARŞI İSTANBUL HÜKÜMETİ’NİN ALDIĞI ÖNLEMLER

  • İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI BAŞLARINDA İSTANBUL’DA İHTİKÂR MESELESİ

    (c) 2013 Prof Dr. Metin Ayışığı - Dosyalarımızdan yararlanan arkadaşların kaynak göstermeleri herşeyden önce bilimsel ahlak gereğidir. - Serdar Bayraktaroğlu